Öz varlık

Öz varlık; ‘küresel zaman’a tâbi bulunan; dünya hayatında beyne gönderdiği ‘tesirler’le insanı hayatta tutan; dünya hayatı boyunca ‘şuurdışı’ndaki bilgileri emri altında bulunduran ve ‘ölüm’ sonrasında ‘öz bilgiler’le ‘büyük kıyasî muhasebe’yi yapan; beyne bağlı “insan idraki”nden çok farklı bir idraki olan; insanın karşılaştığı halde idrak etmediği bir olayı da idrak edebilen; kimi insanların bazen derin bir “iç murakabesi” yoluyla sezebildikleri ve “öz benlik”, “iç varlık” gibi adlarla ifade etmeye çalıştıkları; insanın bedeninin dışındaki hakiki varlığının nispeten serbest durumudur (insanın beden dışındaki ve nispeten serbest durumdaki hakiki varlığıdır) . (314, 87, 89, 118, 119, 128, 136, 139, 155, 156, 158, 315)

Yarı-süptil maddeden oluşan ‘sevgi plânı’ndaki bir varlığın, bağlandığı yarı-süptil maddesini bırakabilmesi ve çok süptil bir plan olan ‘vazife plânı’na geçmesi demek, onun hiçbir maddeye bağlı kalmaması, öz varlık hâlinde yani inkişaf etmiş bir enerjiler kompleksi hâlinde kalması demektir. (314) İnsanlık safhasındaki ruhun tekâmülü, öz varlıktaki öz bilgilerin ‘öz idrak’ kanalıyla ruha yansıması sayesinde olur. (128)

Asıl, yüksek ya da öz benlik

Bebek doğduğu sırada varlığın tesirlerinin önemli kısmı beyin hücrelerinin ‘manyetik alan’ına bağlanmış bulunur. (86) Dünya anlayışına göre ve rakamla ifade etmek gerekirse, varlık denilen bu tesirler veya enerjiler topluluğunun 7/8’i bedene bağlanmış olup, ancak küçük bir kısmı, yarı serbest hâlde, ‘idrakî temerküz noktası’nda kalmıştır. (86) Varlık ne bedenin içine girmiştir, ne de bütünü ile bedenin organlarına dağılmıştır. (86) O, tüm beden hayatı boyunca bütünlüğünü idrakî temerküz noktasında muhafaza eder. (86) Büyük bir kısmını beyin hücrelerinin manyetik alanlar sentezine gönderir ve bağlar. (86) Varlığın bu beyin hücrelerine bağlanmış olan “tesir sahaları”na insanlar –mahiyetini iyice bilmeksizin, sadece gözlemlerine göre– ‘şuur’ demişlerdir. (86) Fakat varlığın serbest kalan, beyin hücrelerine bağlanmamış kısımları insanın çevresindekilerce ve kendisince meçhul kaldığından, insanlar bu kısımlarla ilgili açık bilgiler elde edememişlerdir. (87)

Varlık bir bütündür. (87) Her ne kadar kendi enerjilerinin küçük bir kısmını beyin hücrelerinin manyetik alanı dışında bırakmış ise de, yine bütünlüğü ve tekâmülü icabı olarak, bu kısım da bedenden tümüyle ayrılmış olmayıp, ‘beden’le sıkı bir ilişki hâlindedir; dolayısıyla o kısmın serbestliği tam değildir. (87) Esasen varlık, dünyada bedene bağlı kısımlarının tekâmülü hedef alan faaliyetlerinden, bu iki kısım arasındaki sıkı ilişkiler sayesinde faydalanır ve böylece bedenlenmenin zarureti yerini bulmuş olur. (87)

Varlığın beden-dışı durumu, insanların şuurlarına direkt olarak çarpmaz. (87) Çünkü insan ancak, onun kendisine göndermiş olduğu tesirlerin bir kısmıyla şuurlanır ve kendisini yarım yamalak idrak etmeye çalışır. (87) Onun kendisine gelmeyen “kısımlar”ına ait bazı müphem sezgileri bulunmakla beraber, bu kısımlar hakkında açık bir idrâke sahip değildir. (87) İşte insanların bazen derin bir “iç murakabesi” yoluyla sezebildikleri, “iç varlık”, “öz benlik” veya “öz varlık” gibi adlarla ifade etmeye çalıştıkları şey, insanın bedeninin dışındaki hakiki varlığının “nispeten” serbest durumudur. (87)

“Nispeten” denilmesinin nedeni şudur: O ne kadar serbest olsa da, yine dünyadaki, tekâmülüyle ilgili vazifelerinin zaruretiyle bedenin tüm durumlarını takip etmek, vazifesi gereği o durumların icaplarını yerine getirmek mecburiyetindedir ki, bu da beden terk edilmedikçe tam mânâsıyla serbest olamayacağı anlamına gelir. (87) Yani bedenli olunduğu sürece, bedene bağlı olan taraflarıyla bedenden aldığı izlenimlerin hazmedilmesi, sonuçlandırılarak ruha yansıtılması gibi daima bedenle ilgili faaliyetlerle meşgul durumdadır ve bağlı kısımları bedenin ölümüyle bedenden çözülmedikten sonra, serbest bulunan kısmını tam serbestliğiyle kullanamaz. (87) Çünkü endirekt olarak, yâni bağlı olan kısımlarıyla meşgul bulunduğu bedenin zorunluluklarından kendisini tamamıyla özgür kılamaz. (87)

Dünya realitelerinin öz varlıktaki karşılıkları

İnsan beynine göre kıymetlendirilmiş olan dünya ‘realite’leri öz varlığa aynı hâl ve şekillerde geçemezler. (110) Zaten böyle olmasaydı bedene hiç lüzum kalmaz, ‘varlık’ dünyada doğrudan doğruya yaşayabilirdi. (110-111) İnsan beyninin kıymetlendirdiği, dünyada bildiğimiz, gördüğümüz realitelerden öz varlığa geçenler, dünya maddelerine ayarlanmış bulunan realitelerin kaba hâl ve şekilleri değil, o realitelerin “asıl kıymetleri”dir. (111) Bu “asıl kıymetler”, bu realitelerin, öz varlıkta meydana getirmiş oldukları, varlığın ince bünyesine ve ihtiyaçlarına uygun, yüksek ve ince madde kombinezonları hâlindeki birtakım sonuçlarıdır. (111) Küresel zaman veya idrakî zaman tekniği ile değerlenen bu ince kombinezonlar, dünyanın ‘yüzeysel zaman’ idrakiyle tarif edilemez ve nitelenemezler. (136)

Bunlara birer izlenim demek de pek doğru olmaz; çünkü bu kelime, asıl mânâyı tam karşılamamaktadır. (111) İşte, mahiyetleri “insan idraki”ne göre pek müphem olan bu sonuç ya da izlenimler varlıkların inkişaflarına neden olan derin izlerdir. (111) Bu izlerin “derinleşmesi” demek o varlığa ait olan ve tekâmülü sağlayan öz idrakin genişlemesi ve kapsam kazanması demektir. (111) Esasen ‘öz idrak’, ‘varlık’la eş olduğundan, idrakin genişlemesi ve kapsam kazanması demek, bizzat varlığın inkişaf etmesi demektir. (111)

Yaşanan realiteler ve bu realitelere bağlı iyi ve kötü bütün ‘olaylar’ insanları çeşitli görünüşleriyle memnun eder veya üzerken, hakikatte bunlar, öz varlıkta –“o varlığın” bünyesine uygun değerlerle– insanın anlayamayacağı şekilde birtakım formasyon ve transformasyonlara neden olurlar. (111) Böylece orada, çok yüksek madde sentezleri içinde, dünyadaki görünüşlerinden bambaşka şekil ve tarzlarda, gittikçe değerlenerek zenginleşen ince kombinezonlar meydana getirirler. (111) Bunlar hakiki öz bilgilerdir ki, ruhların ‘tekâmül’lerine hizmet ederler. (111) Kısaca, kaba dünya maddeleri arasında, realitelerin maddi şekil ve durumları birbirini kovalayıp hazırlayarak sürüp giderken, onların –eşanlamlı karşılıkları halinde- öz varlığa geçecek sonuçları da, kaba âleme mahsus ifadelerinden çok daha derin ve ince mânâlar hâlinde birike birike öz bilgileri beslerler. (111) Bunlar hakiki “tekâmül değerleri”dir. (111)

Vicdan, realite, idrak (dünya idraki), bilgi (dünya bilgileri), sevgi (dünyadaki sevgi) ve dünyada tezahür eden diğer bütün kıymetler; ancak beyin cevherinin imkânları dahilinde formlarını almış, maddi görünüşlerden ibarettir. (136) Bunların asıl kıymetleri, öz varlıkta meknuz olan kudretlerdedir; fonksiyonları da dünya imkânları içinde ancak öz varlığa hizmet etmek yolunda işler. (136) Dolayısıyla bunlar, yalnız dünyada geçerli olan yüzeysel zaman idrakiyle ölçülebilen, dünya şekil, hâl ve görünüşleridir. (136) Bunların besledikleri, inkişaflarına vasıta oldukları, öz varlıktaki asıl kıymetler ise; öz varlığın tâbi bulunduğu küre zamanının (küresel zamanın) sonsuz diyebileceğimiz idrak imkânlarıyla değerlenen hakiki kıymetlerdir ki, bu kıymetler (tekâmül değerleri), ruhun kâinattaki tekâmül ölçüsünü gösterir. (136)

Öz varlık hakkındaki tamamlayıcı bilgiler

Öz varlık teriminin geçtiği diğer, tamamlayıcı bilgiler:

• İnsan; öz varlığından gelen tesirlerle dünyadaki çevresinden aldığı tesirlerin dengesi içinde yaşar. (89)

• Öz varlıktan beyne gelen tesirler, beynin ‘şuur merkezi’nden ‘beyin merkezleri’ne, oradan da –ihtiyaçlara göre– tâli merkezlere ya da diğer adıyla ‘sinir istasyonları’na dağılırlar. (139)

• İnsan idraki ile öz varlığın idraki aynı şey değildir. (156) İnsan idraki insan beynine ait bir idraktir; bu, öz varlıkta oluşan idrakle karıştırılmamalıdır. (155)

• ‘Beyin’deki şuur merkezinin idrak hücrelerinde idrakin oluşmamış olması, şuur merkezine gelen tesirlerin öz varlıkta da idrak edilemeyeceği mânâsını ifade etmez: (155) Olan bir olay hakkında beyindeki şuur merkezinin idrak hücrelerinde idrak oluşmasa da (otomatik irtibattaki bir medyom ya da bir insan yaşadığı bir olaydan habersiz kalsa da) o olay öz varlıkça idrak edilmiştir. (155, 156)

• ‘Obsesyon’un ileri safhasında insanın öz varlığından gelen tesirleri hemen hemen kesilir ve tesirler ona artık öz varlığı yerine obsesör varlıktan gelmeye başlar. (158)

• Şuurda cereyan eden olaylar, ‘şuurdışı’ndaki nispeten kaba maddi izlenimlerle ‘ilk kıyasî muhasebe’leri yapıldıktan sonra şuurdışına itilirler. (119) Bunlar öz varlığın emri altında bulunmakla beraber henüz onun öz malı olmamışlardır, öz bilgi (Öz bilgiler) hâline girmemişlerdir. (119)

• Şuurdışına itilmiş bilgilerin henüz öz varlık tarafından, öz bilgiler ile kıyası yapılmadığından, bunlar ile öz bilgiler arasında intibaksızlık vardır. (144) Bu yüzden bu bilgiler ‘şuuraltı’ndaki öz bilgiler sentezine dahil olamazlar. (144)

• Spatyom hayatında kıyas bilgilerinin en mükemmel tatbikatı yapılır. (203) Çünkü varlık bu sırada çevreden gelen realitelerle rahatsız edilmez ve serbestçe çalışan vicdan mekanizması, birikmiş olan bütün bilgilerin acı veya tatlı kıyaslarını yapmak ve onların sonuçlarını öz varlığa maletmek fırsat ve imkânlarını bulur. (203)

• ‘Spatyom’ bir ortam, bir mekân değildir. (315) Orası sadece beden bağlarından belirli bir maksatla geçici olarak ayrılan insanın kendi öz varlığına dönmesi ve bu sırada çevresiyle olan bütün alakalarını ve ilişkilerini kesmesi hâlidir. (315) O, bu hâliyle yine bir insandır ve dünyadan çıkmış değildir. (315) Ancak öyle bir insan ki, dışarısı ile olan bütün alakalarını kesmiş, yalnız kendi öz varlığı ile başbaşa kalmış durumdadır. (315)

• Geçmiş hayatların bütün izlenimleri şuuraltında mevcuttur, öz bilgiler burada mahfuzdur. (141) Buraya ancak öz varlığa malolmuş, öz bilgi hâline gelmiş kazançlar girebilir. (141)

• Bir insan varlığının ‘görgü ve tecrübe’si realitelerin, öz varlıkta bilgi hâlinde birikmiş izlenimlerinden ibarettir. (109)

• ‘Realite’lerin öz varlığa hitap eden cepheleri, kaba görünüşlerinin öz varlıktaki eşanlamlı karşılıkları olan ince mânâlardır. (112) Bunlar, birbirini hazırlayan, birbirine eklenen kıymet cüzleri olup öz bilgi sentezini genişletirler. (112)

• Beyne bağlı realiteler, öz varlıktaki idrake ait ince madde kombinezonları komplekslerini zenginleştirirken, öz varlıktan beyne yansıyan nurlu ışıklar da ‘vicdan’ dengelerini üst seviyelere ulaştırmaktadırlar. (181)

• Bir insanın vicdan dengeleri üst seviyelerde kurulmaya başladıkça, vicdan realitelerinin (vicdan mekanizması realitelerinin) öz varlıktaki kazanılmış bilgileri zengin bir inkişaf hamulesi hâlinde o insanı yüksek tekâmül plânlarına daha ziyade yaklaştırmış bulunur ki, esasen insanda huzurun artması da bu hâlin sonucudur. (183)

• Yüzeysel zaman idrakine bağlı insan ‘sevgi’siyle kıyaslanamayacak, sevginin öz varlıktaki karşılığı olan vibrasyonların mânâsındaki kapsamın derecesini sezmek, küresel zaman bilgilerinin anlaşılmasıyla olanaklı dır. (136)

• İnsanlık safhasındaki ruhun ‘tekâmül’ü için “olay maddeleri”nin öz varlıkta meydana getirdiği sonuçların, yani öz bilgilerin, öz idrak kanalıyla ruha yansıması lazımdır. (128)

• ‘Sevgi plânı’ndaki bir varlığın, yarı süptil maddesini bırakabilmesi ve ‘vazife plânı’na geçmesi demek, onun hiçbir maddeye bağlı olarak kalmaması, öz varlık hâlinde, yani “münkeşif” (inkişaf etmiş) bir enerjiler kompleksi hâlinde kalması ve bu enerjilerle istediği zaman, istediği maddeyi kullanabilmesi demektir. (314)

• ‘Mu devresi’ndeki inkılap ve intikal devrinde öz varlıklarının, mahiyetini bilmedikleri, bulamadıkları öz ihtiyaçlarını tatmin etmek gayreti ve isteğindeki insanlar, yanlış bir yola saptılar, dünya maddeleri içine saplandılar. (254) (…) İnsanların bu çırpınışları mânâsız değildi. (254) Buradaki mânâ, öz varlığın artık kabına sığmadığını ve daha yüksek inkişaflara, hamlelere, sonuçlara ve kazançlara ulaşmak ihtiyacını duymaya başladığını ifade etmektedir. (254-255)

• ‘Kader mekanizması’ karşısında hiçbir liyakat gözden kaçmaz, ileri hamlelere yönelik ve aslî icaplara uygun hiçbir isteyiş geri döndürülmez, hiçbir çırpınış ve hiçbir cehit boşa gitmez, özellikle öz varlığın hiçbir ihtiyacı tatmin edilmeden bırakılmaz. (255)

• Bugün insanların öz varlıkları yeni ufuklara, yeni çevrelere, bol hayat ve inkişaf imkânlarıyla dolu aydınlık ülkelere koşmak ve ulaşmak ihtiyacı içinde çırpınmaktadır. (276) Dünyadan yarı-süptil âleme intikal (geçiş); insanların yüzyıllar boyunca öz varlıklarında yaşattıkları, insan hâliyle bir türlü idrakine varamadan belirsiz sezgisi peşinde koşup didindikleri, asla kavuşamadıkları mutluluğa varlıklarının kavuşmalarını ve mutluluğa tümüyle doymalarını sağlayacaktır. (319)

Öz idrak

Öz bilgi

Varlık

Şuur-ötesi

Şuuraltı

Şuurüstü